23 Ağustos 2017 Çarşamba

YAZ GÜNLÜKLERİ-VOLUME 2

Yaz bitti bitecek ben hala yaz günlükleri tutuyorum canlar, sevdiğim şeylere pek doyamıyorum ben. Malum bir önceki yazımda, yazın fit olmak ve fit kalmaya yönelik tüyolar vermiştim (bakın gittikçe çok bilmiş bloggerlara benziyorum). Bu yazımda da nasıl bronz olunur biraz anlatayım dedim.
 
Şaka şaka, hiç öyle öğüt, nasihat, tüyo, tavsiye verecek biri değilim, en fazla ben ne yaptım, nasıl yaptım’ı anlatabilirim. Yine yazın yapmayı en sevdiğim aktivitelerden birinden bahsedeceğim; YÜZMEK.
 
Efenim, bu yaz yine bir son dakika planıyla ailecek kendimizi Fethiye’ye atma fırsatı bulduk. Uzun zamandır merak ederdim ben Fethiye’yi, çünkü çarşaf gibi sakin, temiz deniz dediğimde herkes Fethiye-Ölüdeniz derdi ama gitmek bir türlü nasip olmamıştı. Ha gittim de Ölüdeniz’e mi gittim, maalesef hayır. Eğer siz de benim gibi, Fethiye demek Ölüdeniz demek diye düşünüyorsanız (benim kadar cahilseniz diyemedim, nazik bir kimseyimdir) baştan uyarayım, Fethiye kocaman bir yer ve merkezden Ölüdeniz’e 18 km yol var.
 
Biz, Fethiye Çalış mevkiinde bir otele gittik. Otele girer gitmez klasik olarak ilk deniz kenarına gittim. Sakin deniz bekleyen bendeniz’in karşısına koca koca dalgalı bir deniz çıktı, üstelik gittiğimiz gün Fethiye’de bir yağmur bir yağmur sormayın gitsin. Ama moralimi bozmadım, ertesi sabah erkenden attım kendimi denize. Çalış mevkiinde de sabahları çarşaf gibi sakin bir deniz varmış meğer ama kıyıdan iki adım sonra derinleşiyor. Çok berrak değil, oğlum su gözlüğüyle altımızda bir sürü balık olduğunu gördü ama ben yüzerken çıplak gözle göremedim balıkları. Sonunda bu sene, “denize giricem alıp başımı gidicem” hayalimi gerçekleştirdim. Üstelik uzun süre denizde kalma, yüzme konusunda da kendimce rekor kırdım sanırım çünkü her girdiğimde en az 1,5 saat kaldım denizde. Şimdi gelelim sadede, şimdi çaktırmayan tüyolar, hasedimden yıkıldığım konular ve sızlanmalar var;
  • Kesinlikle sakin denizde yüzmek çok daha güzel ama dalgalı denizde de bol bol oyun oynanabilir. 
  • Denize girmek demek ille kulaç atarak, yok kurbağalama yok kelebek yüzerek deli gibi yorulmak demek değil. Sakin sakin denizle bir bütün olmak, onu dinlemek ve yürür gibi, konuşur gibi, yemek yer gibi yüzmek gibisi yok. 
  • 2 saate kadar denizde kalmak demek, durduğunuzu düşündüğünüz anda bile aslında ellerinizin, kollarınızın, bacaklarınızın sürekli hareket etmesi demek. Bu da bütün vücudun çalışması yani mükemmel bir egzersiz demek. 5 günlük tatilden döndüğümde beni gören herkesin söylediği ilk şey, “aaa tatilde zayıflamayı nasıl başardın” oldu.
  • Ben denizle bu kadar haşır neşirken, güzellik, alımlılık açısından niye torpilli yaratıldıklarını hep sorguladığım Avrupa’lı turistler sahilde, kavurucu güneşin altında güneşleniyorlardı. O kadar saat sıkılmadan yatıp nasıl güneşlenebildiler, o karidese dönen kıpkırmızı vücutları gece uyurken nasıl acımadı, acıdıysa ertesi gün nasıl yine aynı şekilde gelip güneşin altında yatabiliyorlardı hala çözebilmiş değilim. Ama ben 5 günün sonunda onlardan daha bronzdum, çünkü beni güneş + deniz ikilisi yaktı. Üstelik ben de bembeyaz bir tene sahibim, üstelik ben sadece akşam saat 16.30-18.00 arası güneşlendim. 
  • Eskiden denizden çıkınca hemen güzel bir şeyler yemeyi, yanına da soğuk bir şeyler içmeyi çekerdi canım. Sanırım son yıllardaki sağlıklı besleneceğim, fit kalacağım diye debelenme uğraşlarım sonunda işe yaramaya başladı. Bu sene denizden çıkınca hep meyve çekti canım (ay biliyorum çok tatsızım, çok renksizim). Akşam yemeklerinde aldığım meyveleri, peçetelere sarıp sabah denizden sonra yerim diye ayırıyordum.  
  • En eğlenceli olduğu düşünülen, benim ise ağzımı gözümü büzerek iştirak ettiğim aktivitemiz ise Aquapark. Kayarken ki heyecanı muhteşem, heyecan seven bir insan olarak o ana bayılıyorum ama düşmesi kötü. Bir de direkt havuzun dibine çöküyorsunuz, o dipten çıkmak, dikkatli olmamışsan su yutarak çıkmak berbat. Oğlumun umurunda değildi tabi, defalarca defalarca kaydı, kaydırdı bizi. Denizden güneşten dolayı değil, aquaparktan dolayı yandık. Kaymanın, kayıp da sert düşmemenin, yanmamanın tüyoları varsa beklerim efenim. 
Bu yazıda kitaplardan bahsedemiyorum çünkü uzun zamandır kitap okuyamıyorum. Ama canım nasıl okumak istiyor, nasıl oturup film seyretmek istiyor anlatamam. İnşallah bir daha ki yazımda kitaplardan, filmlerden bahsedeceğim.
 
Turgut Uyar’ın ölüm yıldönümü vesilesiyle en sevdiğim şiirini yayınlamasam olmazdı.

GÖĞE BAKMA DURAĞI
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları  da
Göğe bakalım 
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam birde ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumıyalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım 
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukca güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belliyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

* Tarkan - Bal Küpü (İşveli cilveli, çok sevdim)
   Tarkan - Ben Senin (Önce sözlerini okuyun sonra dinleyin, atarlı tokatlı)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder