Ünlü Fransız sosyalist lideri Jean Jaures, Paris’te bir metro
istasyonunda metro bekliyor. Yanardağ sakalı, melon şapkasıyla tanınmayacak
gibi değil. Tanıyorlar. İşçiler filan da varmış, metroya binecek, aralarında
söz konusu oluyor: Şöyle yaman adamdır, böyle yaman adamdır, estek köstek.
Derken, metro geliyor, Jean Jaures, binmek için kemal-i ciddiyetle birinci
mevkie doğrulunca, işçilerden birisi dayanamayıp sesleniyor:
“-Jaures arkadaş, oldu mu ya? Biz sizi ikinciye beklerdik, kendi
aramıza !”
Jaures’in kendisi kadar ünlü cevabı şudur:
“-Arkadaş, bizim mücadelemiz, bizim oraya inmemiz için değil, sizin
buraya çıkmanız içindir. Bunu hiç unutma !”
Atilla İlhan-Hangi Sol
Atilla İlhan’ın yalnızca şiirlerini değil, kitaplarını da severek okurum. Hangi Sol kitabını yıllar evvel okumuştum ve yukarıda yazdığım hikâyesini hiç unutmadım. Yine bu kitapta çok etkilendiğim başka bölümler de var, mesela;
“Halk tek başına ne işçiliktir ne köylülüktür, ne gecekondu milletidir; belki bunların toplamıdır, belki biraz daha fazlasıdır; ama kesinlikle, iyi beslenmemiş, iyi eğitilmemiş, iyi yaşatılmamış millet kesimidir.”
Yine yazara göre, bir devlet yönetiminde amaç; insanın maddi gereksinimlerini en az çalışmayla giderip geri kalan zamanını kişiliğini geliştirmeye ayırabilmesini sağlamaktır.
Niye yıllar evvel okuduğum ve ideal yönetim, ideal yaşam kavramlarına kafayı taktığım günlere döndüm dersiniz? Yakın bir zaman önce yolum mecburen devletimin bir hastanesine düştü. Derdimize deva bulmak için oradan oraya koştururken, aklıma Kaptan’ın (Atilla İlhan) “Halk” tanımı geldi. Bu yazıyı okuduktan sonra belki siz de, herhangi bir devlet kurumuna gittiğinizde yazarın yukarıdaki “Halk” tanımını düşüneceksiniz; iyi eğitilmemiş, iyi beslenmemiş, iyi yaşatılmamış millet kesimi. Yani biz, hepimiz. Şimdi size hepimizin çok iyi bildiği ama kanıksadığı ve boş verdiği şeylerden bahsedeceğim:
- Önce bir devlet kurumunda göreceğiniz muameleden bahsedelim. Siz de orda çalışanlar da hayatınızı idame ettirmek için çalışıyorsunuz değil mi? Ama benim gibi bir özel sektör çalışanıysanız devlet, kendi nezdinde çalışanlara göre sizden biraz daha fazla vergi alır. Yani siz, devletinizin temsil edildiği kuruma bazen muhtaç olduğunuz sağlığınıza kavuşmak için, bazen vatandaşlık görevinizi yapıp verginizi yatırmak için gidersiniz ve hizmet beklersiniz. Çünkü siz de aslında işinizle, maaşınızla devletinize hizmet edersiniz. Ancak, nedense hizmet beklediğiniz kurumun çalışanlarının sizi böcek gibi görme eğilimleri yüksektir. Bin tane özürle, ricayla sorular sorarsınız ama karşılığında ya cevap alamaz ya da azarlanırsınız.
- Şimdi bunun sebebini bulmak için biraz empati kuralım, neden böyle davranıyorlar? Şöyle bir bakının etrafınızdaki “Halk” profiline. İtiş kakışlar, yok yere tartışmalar, küfürler, sıra sisteminin elektronik olarak düzenlenmesine rağmen bankolarda, kapılarda yığılmalar hatta hem çalışanları hem sıradakileri bedensel ve sözlü taciz etmeler. Sonra içinizden dersiniz ki; “E haklılar adamlar, bıkmışlar”…
- Adım adım gidiyoruz:
Sonra benim gibi siz de özel sektörde ama hizmete dayalı bir işte çalışıyorsanız, içinizden şöyle dersiniz;
“Ben de bıkıyorum ama böyle davranabiliyor muyum, ben mecburum insana insan gibi davranmaya”
Evet onlar mecbur değiller, çünkü onların işten atılma korkuları yok. Çünkü onlar için müşteri her zaman haklı değil, müşteri velinimet de değil. Yani onlar da müthiş bir güven var, yarınları devlet tarafından güvencede. Velhasılı muamele ve hizmet kalitesi konusu tamamen duygusal, işini kaybetme endişesi olanlar ve olmayanlar çerçevesinde.
Bunu okuyan devlet çalışanları eminim şöyle söyleniyorlardır:
“İyi de sizin parayla hizmet verdiğiniz kişilerle, bizden bedava hizmet alanlar aynı mı?”
Dolayısıyla konu yine zengin-fakir, edepli-adaplı, bilgili, kültürlü, kaliteli gibi toplumdaki insanları sınıflandırmak için kullanılan ve benim nefret ettiğim tanımlamalara gider. Hatta çobanın oyu benim oyum polemiğine kadar varır.
İşte burada yine temel gereksinimimizden bahsetmeliyiz; yani eğitimden. Kapitalist sistemi değiştiremeyeceğimize ve maddi olanaklara ya da devletin verdiği olanaklara çare olamayacağımıza göre başka çözümlere odaklanacağız.
Eğer insanlara güzel yaşama imkânı verirseniz kendilerini geliştirebilirler. Tıpkı Kaptan’ın söylediği gibi. Bu mümkün değilse, yani toplum boğaz tokluğuna çalışıyor, kendini geliştirmekten bi haber yaşıyor ve ne yaşadığını bilmeden ölüp gidiyorsa iş, topluma düşüyor demektir. Halk kendi kendini eğitmeli demektir. Eğitim, yalnızca çocukların ihtiyaç duyduğu bir şey değildir. Her yaşta insan eğitilebilir ve bunun en kolay yolu “örnek olmaktır”. Başta televizyona çıkan politikacılar, sanatçılar, futbolcular olmak üzere kamu kurumunda veya özelde çalışan herkesin (doktorundan, vergi memuruna kadar herkesin) toplumun eğitimine katkısı olmalı bana göre.
Yani, Halk böyle diye basit filmler yapmak, aksiyonu/kavgası bol televizyon programları yapmak, küfürlerle hakaretlerle dolu yazılar yazmak, kaba davranmak, birbirini hor görmek toplumun kendi kendisini zehirlemesi demek. Bu bir bumerang ile oynamak gibi, döner dolaşır o bumerang yine bize çarpar. Bozuk düzen, bozuk toplum ikilisinin yaratılmasından yönetim sorumlu olduğu kadar toplumun kendisi de sorumludur.
Benim kafamdaki bu monolog her ne kadar mecburi bir devlet hastanesi ziyaretinden sonra başladıysa da, yazıya dökmem, tam da bir tarafta terör yüzünden ölenler varken diğer tarafta tatil telaşının yaşandığı, köprülerin üzerinde göbekler atıldığı döneme denk geldi. Toplumun yozlaşmasının, sakilliğinin ayyuka çıktığı ve içimizden umutsuzlukla “Eğitim Şart” diye haykırdığımız bugünlerde diyorum ki;
Eğer insanlara güzel yaşama imkânı verirseniz kendilerini geliştirebilirler. Tıpkı Kaptan’ın söylediği gibi. Bu mümkün değilse, yani toplum boğaz tokluğuna çalışıyor, kendini geliştirmekten bi haber yaşıyor ve ne yaşadığını bilmeden ölüp gidiyorsa iş, topluma düşüyor demektir. Halk kendi kendini eğitmeli demektir. Eğitim, yalnızca çocukların ihtiyaç duyduğu bir şey değildir. Her yaşta insan eğitilebilir ve bunun en kolay yolu “örnek olmaktır”. Başta televizyona çıkan politikacılar, sanatçılar, futbolcular olmak üzere kamu kurumunda veya özelde çalışan herkesin (doktorundan, vergi memuruna kadar herkesin) toplumun eğitimine katkısı olmalı bana göre.
Yani, Halk böyle diye basit filmler yapmak, aksiyonu/kavgası bol televizyon programları yapmak, küfürlerle hakaretlerle dolu yazılar yazmak, kaba davranmak, birbirini hor görmek toplumun kendi kendisini zehirlemesi demek. Bu bir bumerang ile oynamak gibi, döner dolaşır o bumerang yine bize çarpar. Bozuk düzen, bozuk toplum ikilisinin yaratılmasından yönetim sorumlu olduğu kadar toplumun kendisi de sorumludur.
Benim kafamdaki bu monolog her ne kadar mecburi bir devlet hastanesi ziyaretinden sonra başladıysa da, yazıya dökmem, tam da bir tarafta terör yüzünden ölenler varken diğer tarafta tatil telaşının yaşandığı, köprülerin üzerinde göbekler atıldığı döneme denk geldi. Toplumun yozlaşmasının, sakilliğinin ayyuka çıktığı ve içimizden umutsuzlukla “Eğitim Şart” diye haykırdığımız bugünlerde diyorum ki;
Ne olur, hem mevcut neslin hem gelecek neslin önce ahlaklı olması için çaba sarf edelim. Ahlaklı insan zaten dinin gereklerini de yerine getirebilecek meziyetlere sahip olacaktır.
* Suavi- Deniz Üstü
Köpürür
Selda Bağcan- Adaletin
Bu Mu Dünya
Kalenin Dibinde Taş Ben Olaydım
(Suavi
ve Selda Bağcan için özel seanslar yapın kendinize, iyi geliyor)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder