2 Şubat 2017 Perşembe

ZAMAN


Zaman, insanların Tanrı hakkında söylediklerinin birçoğuna uyar.
Öncelikle, ezeli ve sonsuz bir varlıktır. Gücü her şeye yeter, ne de olsa hiçbir şey zamana dayanamaz, değil mi? Ne dağlar, ne ordular…
Elbette zaman bunun dışında her şeyi iyileştirir de. Herhangi bir şeye yeterince zaman verdiğinizde hallolur; bütün acılar yok olur, bütün zorluklar silinir, bütün kayıplar telafi edilir.
Küller küllere, toprak toprağa karışır. Unutma: topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin.
Eğer Zaman biraz olsun Tanrı’ya benzeyen bir şeyse, o halde Hafıza’nın da Şeytan olması gerektiğini düşünüyorum.

Okuduğum son kitabın (Kar ve Kül- Yabancı serisinin 6. Kitabının) girişi, yazarın yukarıdaki sözleriyle başlıyor. Benim sokak ağzımla hep söylediğim gibi manyak bir kitap ve manyak bir yazar. 2. Dünya savaşını görüp yaşayan İngiliz bir hemşirenin tesadüfi bazı olaylarla, zamanda yolculuk yaparak 1940’lı yıllardan geçmişe, 1700’lü yılların İskoçya’sına gidişini anlatıyor. Kendi döneminde evli olmasına rağmen zamanda geri gittiği yılda, genç ve savaşçı bir erkeğe âşık olması, onunla evlenmesi ve sonra tam hamileyken İskoçya’nın İngiltere’ye karşı bağımsızlık savaşından bebeğini kurtarmak için tekrar 1940’lı yıllara geri dönmesiyle hikâye daha da ilginçleşiyor. Tabi yazar bu kadar ilginç konuları 7 kitaba yayınca, oku oku bitmiyor. Ama o kadar çok şey öğrendim ki bu kitap serisinden; kılıçlarla savaş teknikleri, İskoçya, İngiltere ve Fransa’nın tarihi, sonra İngiltere’nin kıyımından kaçmak için Amerika’ya göç etmeleri nedeniyle Amerika’nın kuruluş ve özgürlük tarihi (kuranların, geliştirenlerin hepsi göçmenler), kahramanımız hemşire (sonra da doktor) olduğu için bin bir çeşit bitki ve faydalarını, penisilinin elde edilişini ve daha neler neler…

Bu seride anlatılan hikâyenin her farklı bölümünde ben hep aynı şeyi düşündüm; zaman insanlığa çok iyi gelmiş. Ya da belki, insanlık zamanı çok güzel değerlendirmiş desem daha doğru olur. Düşünsenize, o dönemlerde bebek ölümleri, doğum sırasında ölen anneler, sırf parmağına kıymık batması nedeniyle enfeksiyondan ölümler, sıtma, veba salgınları, iyileştirme çabasındaki insanların cadı denilerek yakılması, kısaca basit nedenlerle ölümler çok normaldi. Şimdi bunlar bize çok uzak, o yüzden o zamanlar da bize uzak geliyor. Torunlarımıza ise, şimdi yaşadıklarımız çok uzak gelecek. Yapay zekanın gelişimiyle birlikte, bugün dünyanın uğraştığı sorunlar (terör, ekonomik kayıplar) torunlarımıza hayali sorunlar gibi gelecek. Akıllı ve hatta yarı akıllı telefonlarımız, şimdiden bizi yönetmeye başladı bile. Google’a girdiğinizde en son aradığınız kelimeler dökülüyor önünüze. Telefonunuz en son kimleri aradığınız, ne kadar konuştuğunuz, kimlerle yazıştığımızı net bir şekilde koyuyor önümüze. Sosyal medya çaktırmadan yönlendiriyor bizi, diyelim ki satılık ev ilanına mı baktınız, Facebook önünüze seçenekler sunuyor, emlakçıların sitelerini gösteriyor. Ya da bir arkadaşınızın profiline mi baktınız, o arkadaşınızın arkadaşlarını gösteriyor, “tanıyor olabileceğiniz kişiler” diye. Bir gün bu yapay zekâlar bizi bizden daha iyi bildiğinde ve yönetmeye başladığında bugün sorun dediğimiz şeyler artık sorun olmaktan çıkacak ama yeni çok yeni sorunlarımız olacak.

Hafızamız bir şeytan mı yoksa iyilik meleği mi bilemem ama hafızamız teknolojik olarak geliştirilmiş akıllarda/cihazlarda kalıyor ve tutuluyorsa bize hükmetmeleri için yeterince bilgi toplayacaklarını artık tahmin edebiliyorum. Hani hep diyoruz ya, Zaman her şeyin ilacıdır diye, zamanın bugünlerin sorunlarına ilaç olacağı muhakkak ama gelecekteki sorunlara ilaç olacak mı? Gücü her şeye yettiğine göre o günlerde de ak akçe zaman olacak. Böyle düşününce, emekli olduğumda şöyle bir sahil kasabasında yaşasam, çocuğum güzel okullarda okusa, büyük adam olsa, eh biraz da param olsa gibi hayaller size de çok boş hayaller gibi geldi mi?  Şairin dediği gibi bir tek gökyüzü eskimeyecek, direnecek zamana.


SAAT 5

İstanbul'da elimi kaldırdım
biraz içkiliydim, biraz sevdalı, biraz da minareli
geleni geçeni durdurdum
bakın dedim bakın gökyüzü nasıl eskimemiş
bir de şu martılara bakın nasıl alıngan martılar
İstanbul'da en ince minarede
beş tane gözüm vardı mavi

İstanbul'da gözümün birini söndürdüm
balıkların yarısı yok oldu gitti
hiçbir balığın kuyruğu yok kör oldum
ben bir zamanlar yelpazeli kadınlar görürdüm
evlerinde kocalarında uykularında
yarı yarıya saç yarı yarıya dudak
nasıl sıcak olurlardı düşünürdüm

İstanbul'da divanyolu'nda denizin orda
bütün milleti başıma topladım
herkes bir şey söyledi kendine göre
bir kadın döktüre döktüre susuyordu
yaklaştım yanına elini tuttum
bak dedim martılar ne kadar alıngan
işte tam bu sırada saat beşi vurdu


CEMAL SÜREYA




* Bu kez şarkı dinlemenizi değil, röportaj okumanızı tavsiye edeceğim. Yapay zekalar ve gelecekle ilgili detaylı bilgiler için “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens” kitabının yazarı Yuval Noah Harari’nin röportajlarını okumanızı tavsiye ederim. Korkutucu ama çok mantıklı.
























Hiç yorum yok:

Yorum Gönder